Thursday, November 7, 2013

DAYANDIM VİYANA KAPILARINA VE DEDİM Kİ!...


İki haftadır ne bir ses, ne nefes. Hiç uğramamışım, hal hatır sormamışım. Ayıp denen bişey var. Bayram geldi geçti, insan bir el öpmeye uğrar, değil mi?

Bu akşam televizyonu çiçek kızım kaptı,  maç seyrediyor. Bu sayede görev aşkıyla seyrettiğim ettiri büttürü yarışmasından kurtarıldım ve üstüne bonus olarak PC'sini kullanmama izin verdi. Abi, evine taşındığından beri, evde tek bilgisayar kaldı. O tek bilgisayar çiçeğimin kendi öz şahsi bilgisayarı ve ben ancak ve sadece çook acil hallerde vesikayla kullanabiliyorum. Üfff!

Bu iki hafta içinde neler oldu hayatta, bir hatırlayalım:

Bir perşembe akşamüstüsü kendimi İstanbul Modern'e attım, uzun zamandır yapmamıştım bunu.

Erol Akyavaş retrofpektifi vardı. Tek tük bir iki resmi dışında tanımazdım eserlerini. Meğer ne derinlikli bir sanatçıymış, ne çok emek ve ne felsefe varmış resimlerinde; hayran kaldım.

Serginin hemen sonrasında, milim kıpırdamayan İstanbul trafiğinde, kısmen yürüyerek kısmen finiküler ve metroyla, Lütfi Kırdar Kongre Sarayına ulaştım. Borusan Filarmoni'nin sezon açılış konserinde Pekinel kardeşler çaldılar. Özellikle bisde kendimi kanatlanmış hissettim.

Ardından gelen haftasonu, uzun tatilin ilk günleriydi. Henüz başımıza geleceği bilmiyor, bu kadar uzun tatilin sonunda "bugünkü hurmalar..." kıvamında bir depresyon sahibi olabileceğimizi tahmin edemiyorduk. Pilatesime gittim, canları istedi diye çocuklara gece gece helva kavurdum, bir iki arkadaş muhabbeti filan derken bitti hafta sonu, geldi bayram.

Haa evet! Bir de bayram arefesi var ki, annem tarafından "hazırlık yapmak" ana başlığı altında tüm gün yevmiyesiz çalıştırıldım.

Bayram sabahı annemde toplandık. Kardeşim ve ailesi ile bizim üç kişilik kadroya bu defa küçük dayım ve karısı katılınca, büyük ve neşeli bir sofra oldu. Kaç zamandır ağrıları coşmuş ve dolayısıyla keyfi kaçmış annem bile neş'elendi.

Derken efendim, bayramın ikinci günü Viyana seferimiz başladı. Aslan oğlum, çiçek kızım ve bendeniz "hazır Şengenimiz varken" dürtmesiyle,  yaptığım internet rezervasyonlarına güvenerek soluğu Viyana kapılarında aldık.

Uçak bileti, otel odası, konser bileti, havaalanı karşılama taksisi ve ünlü lokantada öğlen yemeği rezervasyonu dahil, herşeyi internet üzerinden hallettim. Hani, bir adım daha atsam müze biletlerini de internetten almış olacaktım.

Dört gece nasıl geçti anlamadık. Müzeler gezdik, yemekler yedik, kahveler içtik, hayvanat bahçesi gezdik, yürüdük, yürüdük, yürüdük...

Döndüğümüz sabah, daha oradayken boğazım yanmaya başlamıştı. İki gündür burnum akıyor(du), şimdi boğazımda bir tırmalanma ve de arada öksürük...

Evet evet, gezmek yaramadı!

Bayan D. kızıyor; gezip  gezip fotoğrafları yüzkitabına diziyorsun, alemin gözü kalıyor, yapma şunu!

Neyse, öyle olsun bakalım.

Şimdi bu yazı fotoğrafsız.

Bilgisayarı zor elde etmişim, bir de fotoğraf yüklemelere filan kalksam... Maazallah!

Hayır canım, Viyana'yı anlatmayı unutmadım. Yazacağım.

Fotoğraf olacak merak etmeyin, sizin nazarınız değmez hem, biliyorum.


No comments:

Post a Comment